2 Mart 2023 Perşembe

OBITUARY – CAUSE OF DEATH – LIVE INFECTION

Yıllar boyu ön yargılı olmayı geride bırakarak yaptığım bir şey varsa, o da “Bu dükkândan bir şey çıkmaz!” klişesini aşmış olmaktır. Bu ön yargıyı kırmış olmak bir koleksiyoncuya beklemediği sürprizler getirir. Yine bir öğleden sonra iş için gittiğim ve sokakları mültecilerle dolup taşan banliyöde beni bir sürpriz bekliyordu. Önünde masaların dizildiği ve işsiz adamların bütün gün oturup sohbet ettiği kafelerin arasına sıkışmış bir mağazayla karşılaştım. Bir süre karşı kaldırımdan mağazanın vitrinine baktıktan sonra yavaş adımlarla caddeyi geçerek o tarafa yöneldim. Kafelerin önündeki kaldırımda oturan işsiz mülteciler varlığımı hissederek bana bakmaya başladılar. Bütün gün geleni geçeni izlemekten başka yapacak bir şeyleri olmadığından onları suçlamadığımı söylemeliyim. Kısa sürede varlığımdan sıkılıp ana dillerinde yoğun sohbetlerine döndükleri sırada, ben de mağazanın kapısına ulaştım. Şimdi içerisi çok daha net görünüyordu. Uzun bir oda ve duvarlarına yerleştirilmiş raflarda yüzlerce plak dizilmişti. Giriş kapısına yakın olan raflardaki eski plakları görünce, o klişe düşünce kendini gösterdi. “Bu dükkândan bir şey çıkmaz!” Şüphesiz yılların verdiği koleksiyoner tecrübesiyle o çok bilmiş sesi bastırarak içeriye adım attım. Kasadaki genç adam mağazanın sahibi olmalıydı. Beni gülümseyerek karşıladı. Pek ümitli olmamakla beraber raflarında Heavy Metal kategorisi olup olmadığını sordum. Yerinden kalkarak onu takip etmemi istedi. Mağazanın içlerine doğru bir rafın önünde durarak oradaki plakları işaret etti. Ne yalan söyleyeyim, oradaki plakları görünce adeta gözlerim parladı. Hepsi yeni plaklardan oluşan sette birçok popüler Heavy Metal grubunun ve bazı yerel grupların plakları vardı. Bu yazıya konu olan plağı yani “Obituary – Cause of Death – Live Infection” gözüme takıldığında ise adeta büyülendim. Plağa dokunduğumda birdenbire geçmişe gittim. İstanbul Göztepe’deki o küçük müzik mağazasında, “Cause of Death” albümünün kaset sürümüne dokunduğum o an zihnimde canlandı. Ama ne albümdü. Hayatımda daha önce hiç duymadığım türden bir müzikti. Hepsi bir yana, böyle bir albümün Türkiye’de basılmış olması şaşırtıcıydı. Ne var ki Heavy Metal müziğin özellikle 1990-1993 arasında neredeyse tüm gençlerin dinlediği ve popüler olan bir müzik olduğunu da eklemek gerekir. Konu para olunca yapımcılar muhtemelen ne olduğuna bile bakmadan bu türden albümleri piyasaya sürmüş olabilirler. 1990 dedim değil mi? Aynı albümün tamamının konser kaydı olan “Live Infection” plağını 2022 Aralık ayında aldığıma göre aradan 32 sene geçmiş. Adamlar ne albüm yapmışlar. Bunca zaman sonra konser plağını basıyorsun ve dinleyicilerin ilgisi bir nebze olsun eksilmemiş. Şüphesiz 1990 yılından kalan dinleyiciler kısıtlı sayıdadır ve bu müziği o dönemde popüler olduğu için dinleyenler Obituary ismini çoktan unutmuştur. Hatta şimdi söylesen, “Biz bunu otuz yıl önce dinliyorduk,” demek suretiyle aşağılamaya bile yeltenirler. Bir bitemedi şu aşağılık kompleksleri. Her neyse, “Bu dükkândan bir şey çıkmaz!” klişesini alt ederek adım attığım mağazadan pek bir mutlu çıktım. Plağı kaç defa dinlediğimi hatırlamıyorum bile ama şunu söyleyebilirim ki, her dinleyişte şarap gibi tatlanıyor malum bu besteler yapılalı 30 seneden fazla olmuş.

6 Eylül 2018 Perşembe

OLD SORCERY - REALMS OF THE MAGICKAL SORROW


Daha önce CD sürümünü koleksiyonuma dahil ettiğim ve Dungeon Synth dinleyicileri için adeta bir fenomene dönüşen Old Sorcery'nin ilk albümü Realms of Magickal Sorrow, nihayet plak olarak da basıldı. Kapak tasarımına mükemmel şekilde uyum sağlayan altın ve siyah renklerde basılan plak, daha piyasaya sürülmeden nadir oldu zira ön satış ilan edilir edilmez yoğun bir ilgi gördü. Toplamda 298 adet basılan ve bunun sadece 99 adedi altın rengi baskı olan plaklar şüphesiz her plak koleksiyoncusunun koleksiyonunda olması gereken bir parça. Tabii plak koleksiyoncusu var plak koleksiyoncusu var. Burada sözünü ettiğimiz Dungeon Synth gibi özel bir müziğin kendisi gibi özel olan kitlesidir. Dijital çağın mucizesi Synth teknolojisinin ironik bir biçimde orta çağı çağrıştıran bir müziğe vesile olması keyif verici bir olay. Alınan sonuç ise büyüleyici. Projenin arkasındaki bireyle Stormwind Fanzin için yaptığım röportajda, kayıtları sadece yakın arkadaşlarıyla paylaşmayı düşündüğünü ancak gelinen noktada gösterilen ilgiye kendisinin de şaşırdığını beyan etmişti. Bazen sadece sanat için yapılan eserler kabından dışarıya coşkuyla taşıp herkes için sanata dönüşebiliyorlar. Bu albüm de bu duruma güzel bir örnek. 

Açıkçası ilk keşfettiğim günden beri kaç defa döndüğünü hatırlamıyorum bile. Muhtemelen yüze yakın kez dinlemiş olmalıyım ve bu rakam uzun bir süre daha katlanarak büyümeye devam edecektir. Peki sayılamayacak kadar çok Dungeon Synth albümü arasında neden "Realms of Magickal Sorrow" böylesine ön plana çıkıyor? Cevabı çok basit aslında. Belirli bir ezber formül üzerine değil kalple yazılmış melodiler barındırdığı için ön plana çıkıyor. Doğrudan ruha hitap ettiği için böylesine başarılı oluyor. Bu performansı yakalamak her müzisyene nasip olmaz. Bazen iyi bir müzik ortaya koymak için çok çabalarsın ama bırak başkalarını, kendin bile beğenmezsin. Bazen de içindeki pozitif enerjiyi serbest bırakır, gönlünce notalara akmasına izin verirsin. Öylesine rahatsındır ki, artık yazdığın notaları yönetmek yerine onların üzerine biner berrak suları olan okyanuslarda yüzersin. İşte o zaman sanat herkes için sanat olur. Belki de tercih edenler için sanat diyerek kategoriyi daraltmalıyız ama genel söylem bu olduğu için değişikliğe gitmemeyi tercih ettim. 

Yaptığım röportajı İngilizce dilde yayınladım ancak sorulardan birisini ve aldığım güzel cevabı siz plak koleksiyoncuları ile paylaşmak isterim. 

SW: Eğer albümün kapağındaki şato gerçekte var olsaydı, orada yaşamak ister miydin? Farz et ki orada yaşıyorsun. Vaktini çoğunluğunu nasıl değerlendirmeyi tercih ederdin? 
OS: Koridorlarda ve şatoyu çevreleyen ormanda uzun yürüyüşler yapardım. Hizmetlilerden daha çok şarap servis etmelerini ister, karanlık çağlardan hüzünlü hikayeler fısıldayan duvarları dinlerdim. 

Sadece aldığım bu cevap bile müzisyenin katıksız samimiyetini ortaya koyuyor ve hiç dinlememiş olan bir müzikseveri albüme doğru büyüleyerek çekmeye başlıyor. Öyle ki bu röportaj şimdiye kadar yaptığım röportajlar arasında en çok okunan olma özelliği taşıyor. Doğrusu kendisiyle yüz yüze de sohbet etmek isterdim. Elbette albümün kapağındaki şatonun kadim kitaplarla dolu kütüphane salonundaki büyük ahşap çalışma masalarının üzerinde yanan mumların ışığında yapmak isterdim bunu. Aslında bütün bunları yaşamak mümkün olmasa da hayalini kurmak her zaman mümkün. O zaman albümü pikaba koyup soğuk bir kırmızı şarap açmanın ve gözlerimizi kapatıp eski büyücülük günlerine dönmek üzere rüyalara dalmanın zamanıdır. 

24 Nisan 2018 Salı

METALLICA - The $5.98 E.P. GARAGE DAYS RE-REVISITED


Metallica'nın resmi web sayfasını rutin aralıklarla ziyaret ediyorum ve yeni ürünleri takip ediyorum. İyi ki de yapıyormuşum. Yıllardır satın almak için fırsat kolladığım "The $5.98 E.P.: Garage Days Re-Revisited" nihayet tekrar piyasaya sürüldü. Bir türlü koleksiyonuma dahil etmeyi başaramadığım bu E.P.'nin tekrar grubun gündemine gelmesi, hayranlar için müthiş bir haber oldu. Adamlar kaset de dahil olmak üzere mümkün olan her formatta piyasaya sürerek bizi mutlu ettiler. Benim şüphesiz gözüme ilk takılan Picture Disc sürümü oldu. Görür görmez sipariş etme ikonuna tıkladım. Grup öylesine büyük bir marka oldu ki, satışa çıkarttıkları ürünler henüz fabrikada üretilmemişti bile. Üç ay sonrası için ön sipariş alıyorlardı ve tahmin edeceğiniz üzere Picture Disc sürümü bir gün içerisinde tükendi. Ne yalan söyleyeyim kaçırsam çok üzülecektim. Bir gün sonra web sayfasındaki "Tükendi!" açıklamasını görünce içimi koleksiyonculara özgü saplantılı bir huzur kapladı. O "Tükendi!" yazısına bakıp her satın aldığımı hatırlayışımda bir kez daha mutlu oldum. Sonra vakitler geçti ve Metallica daha ilk siparişler piyasaya sürülmeden ikinci baskıyı yaptı. Sipariş edemeyip üzülenler de anında ikinci partiyi de "Tükendi!" durumuna getirdiler. Çılgınlık öte boyuta geçmiş durumda.


Orijinal ilk baskısı 1987 yılında yapılan bu E.P. grubun takipçilerinin bildiği üzere punk grupları The Killing Joke (The Wait) ve Misfits (Last Caress/Green Hell) ile hard rock/heavy metal grupları (Diamond Head, Holocaust, Budgie) şarkılarını içeriyor. 1987 demişken, plağın ilk baskısının otuz yaşını devirdiğini fark ettim ve bir yutkundum. Vay anasını sayın seyirciler demekten alamıyorum kendimi. Ben bu yazıyı yazarken 2018 yılında olduğumuzu hesaba kattığımızda derenin altından ne sular geçtiğini ve hayatımızda ne çok şeyin değiştiğini bir düşünsenize? Neyse E.P'ye dönelim. Şarkıların arasında benim favorim, "Killing Joke" grubunun "The Wait" şarkısı ve albümü satın aldıktan sonra bu şarkının mp3 formatında indirilme linki de tarafıma teslim edildi. Onu da dinleyip bir kez daha mutlu olduk. Ayrıca kayıtların tekrar elden geçirilerek dinleyiciye sunulduğunu da ekleyelim. Bu durum bazı hayranları için keyifli olsa da bazıları ilk halini tercih ediyorlar. Genellikle yeni hali, eskisinin sesinin biraz daha çok açılarak tekrar dengelenmiş halinden oluşuyor. Ben her halini seviyorum. Vatandaş yapmış. Tepe tepe dinlemek lazım. Bir ilginç not da, plağı sipariş ettikten sonra ziyaret ettiğim yerel metal müzik mağazasında, E.P.'nin orijinal ilk baskısını gördüğüm ve fiyatının yenisiyle aynı olmasıydı. Daha doğrusu posta ücreti de eklenince aynı fiyata geliyordu. Bir an düşündüm, acaba bunu da alsam mı diye. İkisini yan yana dizer, bir de soğuk bira açarım, bir onu dinlerim bir onu. Sonra da içimden geçiririm, "Benim, ikisi de benim, benim kıymetlileri!" diye. Al sana saplantılı, takıntılı koleksiyoncu. Bu bir şaka değil ve aynen böyle düşündüm ama gidip ilk baskı plağı almadım.


Metallica en çok sevdiğim gruplar arasında ve özellikle de artık bir marka olmaları beni ayrı cezbediyor. Şunu da eklemeliyim ki yayınladıkları her ürünü koleksiyonuma dahil etmiyorum ama bütün albümlerini CD ve bir kaç albümlerini de LP olarak koleksiyonuma eklemiş olduğumu söylemeliyim. Şimdi ilk defa bir Metallica Picture Disc koleksiyonuma dahil oldu. Dizeyim diğerlerinin yanına, bakalım nasıl duracak. ;)

12 Nisan 2018 Perşembe

MOZART - OBOE QUARTET IN F


Aslında plağın ismi daha uzun ama başlığa sığmadığı için sadece bir kısmını yazabildim. "Mozart Oboe Quatret F Adagio in C ve Reicha Oboe Quintet in F" plağın içeriğini yansıtan tam isim olmalı. Buradan da iki ayrı bestecinin eserlerini içeren bir plağımız olduğunu ve Heavy Metal gruplarının yaptığı türden split bir çalışma gibi göründüğünü söyleyebiliriz. Ne yalan söyleyeyim, plağın kapağını görünce Black Metal gruplarının plak kapakları gibi göründü gözüme ve haliyle dikkatimi çekti. Sonra baktım iki besteci var ve az önce söylediğim gibi split çalışma esprisi aklıma geldi. Doğrusu bu eserleri daha önce radyoda veya başka bir yerlerde dinlemişsem de hatırladığımı söyleyemem. Bununla birlikte içeriği ilk duyduğumda satın alma ve koleksiyonuma dahil etme kararımın ne kadar doğru olduğunu gördüm. Bu arada araştırma yaparken Reicha'nın Antonin Reicha olduğunu ve soyadının aynı zamanda "Rejcha" olarak da yazıldığını öğrendim. Artık sebebi nedir bilmiyorum ama böyle bir detay söz konusu. Açıkçası çok klas bir split plak olmuş. Sıklıkla dinlediğim heavy metal müziğin köklerinin klasik müziğe dayandığı şüphe götürmez. Bu sebepten klasik müziğin derinlerde saklı kalmış gizemine ve çekiciliğine her zaman kalbimin kapıları açık zira bu koleksiyonumdaki ilk klasik müzik plağı da değil. Nedendir bilinmez, bu müziği dinlediğimde içimde heavy metal müziğe karşı bastırılamaz bir susuzluk hissi oluşuyor. Muhtemelen bu da ikisinin birbirleriyle bağlı olmasından kaynaklanıyor.

Plakla ilgili diğer bir detay ise World Record Clup isimli Avustralyalı bir firma tarafından basılmış olması ve üzerinde basım tarihinin olmaması. Firmanın aktif olduğu dönemi biraz araştırdığımızda, plağın elli yaşından daha genç olamayacağını gördüm. Buna rağmen hiç çalınmamış gibi tertemiz olması ve hatta üzerinde tek bir çizik dahi olmaması, bir koleksiyoncunun elinde uzun yıllar geçirdiğine işaret ediyor. Sahibine ne olduğunu bilmiyorum tabi ama her kimse bu plağı bizzat kendisi kilisenin ikinci el mağazasına getirip bırakmış olamaz diye düşünüyorum. Yıllar süren korunma sürecinden sonra hüzünlü bir şekilde ikinci el ürünlerin arasında sessizce bekleyişini sürdüren bu plak, benimle karşılaşarak tertemiz saklanma sürecini bir süre daha uzatmış gibi görünüyor. En az onu ilk satın alıp halinden anlaşılacağı üzere çok temiz saklamış olan bireye saygı göstermek, bir plak koleksiyoncusu için görev olmalı.

28 Temmuz 2017 Cuma

TCHAIKOWSKY - SWAN LAKE BALLET SUITE


1995 yılının yaz aylarında henüz bakir olan Armutlu sahilinin hemen ardındaki tepelerden Barış ismindeki arkadaşımla denizi izlerken yaptığımız sohbetlerde konusu geçmişti.
"Swan Lake" demişti Barış "Nasıl bir ruh haliyle yazılmış olabilir ki?"
Bu sözler yıllardır zihnimde kazılı bir şekilde durur. Gerçekten nası bir ruh hali böylesine güzel bir melodinin ortaya çıkmasına vesile olur değil mi? Plak koleksiyonu yapmaya başladığım 1990 yılından itibaren tuhaf bir şekilde temiz bir kopyasına bir türlü rastlayamadığım Swan Lake Ballet Suit LP sürümü nihayet 2017 temmuz ayında koleksiyonuma dahil oldu. Tabi bu eserin birbirinden farklı orkestralar tarafından çalınmış belki de yüzlerce alternatifi vardır. Daha önce rastladığım ve temiz olmayan kopyaların hepsinin kapak tasarımı da, çalan orkestrası da farklıydı. Bugün bir ikinci el ürün mağazasındaki plakların arasından çıkan Avustralya baskı plak, şimdiye kadar rastladığım kopyalar arasında en temiz olanıydı. Özellikle belirtmeliyim ki, şimdiye kadar rastladıklarım arasında kapak tasarımı da en çekici olan bu sürüm de buydu. Birisi yıllarca tertemiz saklamış ve plak günü geldiğinde yeni sahibine ulaşmak üzere ikinci el mağazasındaki yerini almış. Ne şans ki ona aynı değeri verecek bir koleksiyoncuya denk geldi. Bir dönem de ben keyifle dinler ve saklarım. Yazımı okuyup da bu eseri hiç dinlememiş olan var mıdır bilmiyorum ama bilenlerden sevmeyen olduğunu hiç sanmam. Açılış melodisi insanı yaşadığı yerden kopartıp götüren bu ölümsüz eseri baştan sona defalarca dinlemek, şüphesiz ruh sağlığı üzerinde derin olumlu etkiler bırakıyordur. Sanatın ve gerçek müziğin günümüz tüketim toplumunda giderek kıymetini daha çok kaybettiğini gözlemledikçe, bu türden eserleri her ebeveynin çocuklarına adeta bir ders gibi çalıştırması gerektiğine inanıyorum. Swan Lake en hasta ruhları bile tedavi etmek için doğal bir ilaç adeta. Son olarak plağın 1959 yılı Avustralya baskı olduğunu ve bu yazıyı yazdığım 2017 yılı itibariyle 58 yaşında olduğunu, buna rağmen yeni piyasaya sürülmüş gibi temiz olduğunu eklemek isterim. Benden önce gerçekten çok iyi bakmışlar ona. 

25 Mart 2017 Cumartesi

HORDES OF THE BLACK CROSS - DAWN OF WAR, NIGHTS OF CHAOS


Nereden başlasam bilemiyorum. Albümün kapak resminden mi yoksa o resmin en iyi şekilde ifade ettiği müzikten mi? 2010 yılında Avustralya'nın lego gibi düzenli kenti Melbourne'da kurulan Black Metal grubunun, 2015 tarihli ilk albümünü inceliyoruz. Albüm LP ve Digi pack CD olarak basılmış. İkisi de birbirinden kaliteli baskılar. Tam koleksiyonluk ürünler. Böyle yerel grupların estetik kaygıyı en üst seviyede tutması, taktir edilecek bir durum. Kapak resmini çizen sanatçı, fantastik kurgu ögeleri, albümün içeriği ile çok güzel ilişkilendirmiş. Nasıl söylesem, kapak çalışmasında bir ruh var. Fabrikasyon bir çizim değil. O yüzden de çok ilgi çekiyor ve albümün nasıl olduğunu merak ediyorsunuz. Tabi şüphesiz bu durum, böyle resimleri seven kesim için geçerli ama bu tarz müzik dinleyenlerin çoğunluğu da bu tarz siyah beyaz çizimlere bayılır. Bu yüzden bariz gol olmuş kapak. 

Albümün açılış şarkısı 'The Stalker's poison' tam da benim sevdiğim tarz bir açılış şarkısı. Böyle dipten gelen ve giderek yükselerek dinleyiciyi içine alan bir atmosfer yaratıyor. Albümün kaydı da çok güzel. Bunu bilinçli mi yapıyorlar bilemiyorum ama kayıt şekli sanki 1983 dönemi atmosferini, üstün dijital teknoloji ile 2017 yılına uyarlanmış gibi duyuluyor. Solistin sesi, popüler mix ve mastering aşamalarında olduğu gibi en önde ve kristal berraklıkta değil de, sanki adam karanlık bir kuyunun içerisinde söylüyormuş gibi duyuluyor. Bu da çok etkileyici bir atmosfer yaratıyor. Bir taraftan albümü dinlerken, diğer taraftan da kapak resmini takip eden iç resimler ile arka kapak resmini inceliyoruz ve müzik ile iç içe bir çizgi roman okuyormuşuz hissi oluşuyor. Bu tarz grupların ile en keyif verici yanı ise yeraltı gruplar olmaları. Plakları ve CD'leri az sayıda basılıyor ve kısa sürede tükeniyor. İnternet üzerinden bir mesaj attığınızda anında ulaşabiliyor ve cevap alabiliyorsunuz. Açıkçası plak ve CD'yi aldığım ilk gün, CD neredeyse alev alacak kadar çok döndü. Hemen sosyal medya hesaplarından gruba ulaşıp albümü ve kapak resmini ne kadar çok sevdiğimi ifade ettim. Kısa sonra bir teşekkür mesajı geldi. Ulaşılabilir olmak hem dinleyiciyi hem de müzisyeni yapılan işe yoğunlaştıran bir durum. 

Grubun 2017 itibarı ile yayınlanmış bir EP, iki Split ve bir albümü var. Çok başarılı olduklarını düşünüyorum ve desteklemeyi sürdüreceğim. Hem maddi hem manevi olarak çok büyümüş gruplara olan ilgimiz baki kalsın ama böyle gruplara destek vermek ve ürünlerini takip etmek gerçekten büyük keyif. Korku çizgi romanı okumayı seviyorsanız ve iyi çalınmış Black Metal albümleri dinlemekten hoşlanıyorsanız doğru adres Hordes of the Black Cross olmalı. 

9 Şubat 2017 Perşembe

CHRIS DE BURGH - AT THE END OF A PERFECT DAY


Ah! Aşk deyince aklıma gelen tek adam Chris oluyor. Elbet bir çok şarkıcı var milyonları etkilemiş bestelere imza atan ama benim adamım her zaman Chris de Burgh olmuştur. İrlandalı sanatçının müzik geçmişi pek uzun yıllar öncesine dayanıyor. İlk albüm 'Far beyond these castle walls' 1974 yılında yayınlanmış. Yani Chris'in profesyonel müzik kariyeri benimle yaşıt. Aradan geçen kırk iki seneye tam yirmi beş albüm sığdırmış bu adam. Ne aşk, ne sev-daymış arkadaş. İyi ki de öyle olmuş. Yıllarca dinledim şarkılarını. Ezberledim, gitarımla çaldım. Plaklarını, CD'lerini, kasetlerini, videolarını, kısaca yayınladıklarından elime geçen her ürünü koleksiyonuma dahil ettim. Sefam olsun! 

Bu yazımızın konusu, 1977 tarihli üçüncü albüm olan 'At the end of a perfect day'. Kapak resminden de anlayacağımız üzere, kusursuz bir günün sonu, elinde bir kadeh şarap ile banyo küvetinde olmalıymış. Dersimizi aldık. Tek anlayamadığım, seramikle kaplı olan duvarda neden Chris'in fotoğrafının asılı olduğu. Burada grafik sanatçı muhtemelen kapakta Chris'i de vurgulamak istemiş ama mesaj biraz absürt olmuş. O zamanlar öyleymiş demek ki. Albümün açılış şarkısı 'Broken Wings' bu albümden daha önce dinlediğim bir konser kaydında mevcuttu. Çok beğenmiştim ve pencereden dışarıyı izleyip hayaller kurarak dinlerdim bu şarkıyı. Bir taraftan da önümdeki kağıda kırılmış ve üzerinden kanlar akan kanat desenleri çizerdim. Bu ne be kız gibi! Herkesin hayatında böyle anlamsız duyusal dönemler oluyor sanırım. Boşuna dememiş yazar Oscar Wilde, 'Gençlik gençlerin elinde harcanıyor.' diye. 'A rainy day in Paris' şarkısı ise hayatımda dinlediğim en hüzünlü şarkılardan birisi sanırım. İkinci dünya savaşında sevgilisini geride bırakıp orduya katılan bir gencin ağzından yazılmış ve orta bölümünde kısa bir Fransızca diyalog da söz konusu olan şarkıyı her dinleyişimde biraz daha aşkın karanlık ve derin çukurlarında kaybolduğumu hissediyordum. Ne biçim bir ruh haliyle yazıyor insanlar bu şarkıları anlamıyorum ki? Müthiş bir motivasyon. 'In a country churchyard' şarkısında da kilisede evlenen bir çiftin törenine katılıyoruz. Bırak aşkın parlasın nakaratı eşliğinde kendimizi saf aşkın kollarına bırakıyoruz. Adam tümden aşka adamış kendini. Bir de bir sürü para kazanıp zengin olmuş. Hiç işi bilmiyoruz vallahi. Ne iş yapıyorsan ciddiyetle ve istikrar içerisinde eğilmek lazım olaya. Aşk, aşk, aşk diye diye bizi bitirdi ama kendini de zengin etti adam. Şaka bir yana gerçekten hem büyük saygım var, hem de müziğini gerçekten çok beğeniyorum bu adamın. Son bir kaç albümü için plak sürüm yayınlamadı ve sosyal medya hesabında bir sitem yorumu yazdım. Chris de dahil kimse ciddiye almadı tabi. Hatta İngiliz bir teyze yorumumun altına 'Başka bir isteğiniz?' diye yorum yazarak benimle inceden dalga geçti. Galiba Chris de Burgh müziğini dinleye dinleye, şarkıları yazandan daha duygusal oldum. Belki de yaşlanıyorum artık. 

Bu albümün plağı hala bulunabiliyor ama o kadar da çok bulunamıyor. Yıl olmuş 2017. 30 senelik plak. Neyse ki internet var da dünyanın her yerinde bir şeyler satın alabiliyoruz. Yine de güvenmemek lazım. Dijital çöküş olur, dünya savaşı bilmem ne çıkar. Nasıl dinleyeceğiz Chris'in aşk şarkılarını umursamazca, bir taraftan bombalar yağarken cehennem ateşleri gibi kentlerin üzerine. 

31 Ağustos 2016 Çarşamba

SLAYER - SHOW NO MERCY


Albümün 1983 yılında yayınlandığını düşünürsek, benim 1990 yılında sekiz yıl gecikme ile keşfetmiş olmam, o dönemin Türkiye'sinde fazlası ile kabul edilebilir bir zaman dilimi olsa gerek zira ülkemiz 1990'da bile bu türden bir müziğe hazır değildi. Gerçi bu yazıyı yazdığım 2016 yılında da pek bir şey değişmediği gibi, din odaklı siyaset ve belirli bir dinin tüm vatandaşlara empoze edilmesi durumu daha yoğun hal aldı. Kısaca gerek Türkiye'de gerekse bir çok gelişmiş ülkede dahi kolay kolay genele hitap etmesi mümkün olmayan bir albüm ile karşı karşıyayız. Slayer'ın Show no Mery albümü. 

Değerlendirmeye önce kapak resminden başlayalım. Günümüzde resim sanatçılarının yetenekleri bilgisayar kullanımının sağladığı kolaylıklarla en üst seviyeye taşındığı için Show no Mercy'nin kapağı teknik anlamda değerlendirildiğinde zayıf kalabilir. Ancak şu da var ki resim yaşayan bir eser ve ruhu var. Hem de şeytani bir ruh bu. Albümün içerisindeki şarkıların sözlerinde vurgulanan Hristiyanlık dini karşıtlığı ve yine aynı dine. hatta bir çok dine ait Şeytan karakterinin yüceltilmesi, müziğe çok karanlık bir hava veriyor. Gerçi 1984 tarihli Hell Awaits albümünde bu karanlık tema çok daha fazla olgunlaşıyor ama bir debut yani ilk albüm için verilmek istenen etki hiç de fena değil. Gruba mensup müzisyenlerin bizzat kendilerinin verdikleri beyanlardan da anlayacağımız üzere, ilk albüm döneminde onlar da çok iyi müzisyenler değiller ve tam anlamıyla sağlıklı bir gelişme aşamasındalar. Bütün bu saydığım unsurlara rağmen Show no mercy albümü, bugün bile grubun konserlerinde seyirciler tarafından ısrarla talep edilen şarkılara sahip. Özellikle Black Magic şarkısının grubun Türkiye'de verdiği ilk konserde seyirci tarafından nasıl da ısrarla istendiğine bizzat şahit olmuşluğum vardır. Her ne kadar talep karşılık görmediyse de, tarihi bir konsere şahitlik ettiğimiz şüphe götürmez. 

Plak şüphesiz çok fazla adetlerde basıldı ve hala da farklı sürümler halinde basılmaya devam ediliyor. Benim kopyam Hollanda'da basılmış. Amerikan baskısına göre arkasındaki fotoğraflarda renkler biraz silik duruyor olmasına rağmen temiz ve koleksiyonlar için fazlası ile kabul gören bir ürün. Bu plağı aldıktan sonra sevdiğim bir arkadaşım bana evlerinin salonundaki katlı müzik setinde kasete çekmişti. O muhteşem katlı müzik setleri hala üretilmiyor sanırım. Öylesine profesyonel bir kopya olmuştu ki, o kaseti hala saklıyorum ve zaman, zaman dinliyorum. Slayer dinlemeye başladığım albüm 1988 tarihli South of Heaven olduğu için o hep bir numaram olmaya devam edecek ama Show no mercy'nin de aklıma kara bir sembol gibi kazındığı şüphe götürmez. 

7 Ağustos 2016 Pazar

THE BROWNING - ISOLATION


Bazen sosyal medyanın gücünün tahminlerin ötesinde olduğuna gönülden inanıyorum. Düşünsenize, bir zamanlar müziğini sevdiğimiz grupların değil kendisi ile irtibata geçmek, eski bir derginin içindeki posterine ulaşmak ve onu odamızın duvarına asmak bile büyük başarıydı. 1990 yılında Metal Hammer dergisinin verdiği Slayer posterine ulaşıp duvarıma astığımda, günlerce yatağıma uzanıp o resmi izlemiştim. Vay be! Oysa şimdi öyle mi? Bütün dünya elimizin altında.

Pekala, bu giriş paragrafının ardından şimdi de konuyu The Browning'e bağlayalım. Bu herifler Amerikalı ve yaptıkları müzik için elektronik müzik etkilenimli heavy metal desek herhalde tanım tam yerini bulmuş olur. İlk iki albümleri sadece CD olarak yayınlanan grubun üçüncü albümü 'Isolation' aynı zamanda plak olarak da basıldı. Adamlar albümün yayınlanacağı haberini sosyal medya sayfalarında duyururken, aynı zamanda da hayranlarının nasıl bir müzik beklediklerini sordular. Ben açıkça daha çok elektronik ögelerin temaya hakim olduğu bir müzik istediğimi ve hatta Commodore 64 dönemi etkilenimleri üst seviyede tutmalarını istediğimi dile getirdim. Arkasına da ekledim, lütfen bu sefer o güzel albüm kapaklarına yakışır bir LP sürümü olsun diye. İlk iki albümde LP'yi hiç düşünmemiş olan grup, kapak resmi muhteşem olan 'Isolation' için iki ayrı renkte plak basılmasını sağladı. Şimdi sorabilirsiniz elbet sen dedin de mi oldu diye. Evet efendim ben dedim de oldu. Sosyal medya profillerinde benden başka bu talepte bulunan tek mesaja dahi rastlamadım. Demek ki nasıl bir albüm istiyorsunuz diye sorarken laf ola beri gele sormamışlar. Sadece bu da değil. Müzik de ilk iki albüme göre daha çok elektronik müzik etkilenimleri barındırıyor. Dördüncü şarkı 'Dragon'un açılış melodisi bariz Commodore 64'den örneklenmiş gibi duyuluyor. Demek ki doğru soruya doğru cevap verirsen istediğini söke, söke alıyorsun. Şüphesiz bu yazıyı okuyanlar arasında benim bu inancımı çocukça bulacak olanlar vardır ama ben taleplerimin yerine getirildiğine gönülden inanmayı sürdüreceğim. Yalnız plak gerçekten çok şahane olmuş. Çizgi roman dergilerine taş çıkartacak güzellikte dijital renklendirilmiş resim inanılmaz etkileyici. Kaç adet basıldığını bilmiyorum ama 500 adetten daha fazla olduğunu da sanmıyorum. Bir kulak kabartıp, müziği eğlenceli bulursanız plağını da koleksiyonunuza dahil etmenizi tavsiye ederim zira bu plak kısa süre sonra asla bulunmayanlar sınıfına dahil olabilir.

5 Ağustos 2016 Cuma

A-HA - EAST OF THE SUN WEST OF THE MOON


Seneler hızla akıp gitmiş. 1982 yılında Norveç'ten çıkıp tüm dünyayı müziği ile sallayan üç gençten oluşan A-ha, benim bu yazıyı yazdığım 2016 yılında tam 34 yaşında. Yayınladıkları 'The last hurray' single'ını takiben, şarkının isminde de ifade edildiği üzere grup müzik hayatına veda etmişti. Hayranları olarak durumdan çok etkilendik elbette. İlk dönem A-ha'yı çok seviyorduk ama 2000 yılında 'Minor earth major sky' albümü ile gelen ikinci dönemdeki olgun müziklerinden adeta büyülenmiştik. 'The last hurray' sonrası çark eden grubun 'Cast the steel' albümünü yayınlaması ile beraber adeta kutsanmış gibi hissettik.

Yazımızın konusu olan plak ise ilk dönem A-ha'nın en güçlü albümlerinden birisi. Şüphesiz bunda Everly Brothers grubuna ait olan Crying in the rain şarkısının rolü büyük. Orijinalı benim gibi seksenli yıllarda çocuk olanlar için tanıdık olmayan şarkının A-ha yorumu adeta büyüleyici bir ninni niteliğinde. En az takip eden 'Memorial Beach' albümü kadar karanlık bir havası olan albümdeki şarkılar, Norveçli bir gruba ait olduğunu fazlasıyla hissettiriyor zira her melodi içerisinde iki kat melankoli içeriyor. Yayınlandığında Norveç müzik listelerine tartışmasız birinci sıradan giren albüm, Almanya'da altıncı sıraya kadar tırmanmayı başarmıştı. Daha ilk albümünde 'Take on me' şarkısı ile tüm dünyada zirve yaptıktan sonra o noktada kalmayı başarmak kolay olmuyor tabi. Özellikle de grup müzikten yeterli parayı kazandıktan sonra daha özgün çalışmalara yönelince, bir numarayı yakalamak kolay olmuyor. 1990 yılında Warner Bros etiketiyle piyasaya sürülen albümün LP, CD ve Kaset sürümleri mevcut. Benim plağım Almanya baskı ve ikinci el edinmiş olmama rağmen çok temiz bir kopya. Az bulunur olduğunu söylemek istemiyorum çünkü günümüzde internet aracılığı ile bir çok ürüne hatta pek az bulunan ürünlere bile rastlama imkanı yakalama fırsatı varken, böylesine popüler bir grubun binlerce satmış albümü şüphesiz bulunabilir. Yine de zaman hızla akıyor ve koleksiyonerler artık plaklarında daha sıkı şekilde sarılıyorlar. Sağlam bir kopyayı bir an önce edinmekte fayda var.