6 Eylül 2018 Perşembe

OLD SORCERY - REALMS OF THE MAGICKAL SORROW


Daha önce CD sürümünü koleksiyonuma dahil ettiğim ve Dungeon Synth dinleyicileri için adeta bir fenomene dönüşen Old Sorcery'nin ilk albümü Realms of Magickal Sorrow, nihayet plak olarak da basıldı. Kapak tasarımına mükemmel şekilde uyum sağlayan altın ve siyah renklerde basılan plak, daha piyasaya sürülmeden nadir oldu zira ön satış ilan edilir edilmez yoğun bir ilgi gördü. Toplamda 298 adet basılan ve bunun sadece 99 adedi altın rengi baskı olan plaklar şüphesiz her plak koleksiyoncusunun koleksiyonunda olması gereken bir parça. Tabii plak koleksiyoncusu var plak koleksiyoncusu var. Burada sözünü ettiğimiz Dungeon Synth gibi özel bir müziğin kendisi gibi özel olan kitlesidir. Dijital çağın mucizesi Synth teknolojisinin ironik bir biçimde orta çağı çağrıştıran bir müziğe vesile olması keyif verici bir olay. Alınan sonuç ise büyüleyici. Projenin arkasındaki bireyle Stormwind Fanzin için yaptığım röportajda, kayıtları sadece yakın arkadaşlarıyla paylaşmayı düşündüğünü ancak gelinen noktada gösterilen ilgiye kendisinin de şaşırdığını beyan etmişti. Bazen sadece sanat için yapılan eserler kabından dışarıya coşkuyla taşıp herkes için sanata dönüşebiliyorlar. Bu albüm de bu duruma güzel bir örnek. 

Açıkçası ilk keşfettiğim günden beri kaç defa döndüğünü hatırlamıyorum bile. Muhtemelen yüze yakın kez dinlemiş olmalıyım ve bu rakam uzun bir süre daha katlanarak büyümeye devam edecektir. Peki sayılamayacak kadar çok Dungeon Synth albümü arasında neden "Realms of Magickal Sorrow" böylesine ön plana çıkıyor? Cevabı çok basit aslında. Belirli bir ezber formül üzerine değil kalple yazılmış melodiler barındırdığı için ön plana çıkıyor. Doğrudan ruha hitap ettiği için böylesine başarılı oluyor. Bu performansı yakalamak her müzisyene nasip olmaz. Bazen iyi bir müzik ortaya koymak için çok çabalarsın ama bırak başkalarını, kendin bile beğenmezsin. Bazen de içindeki pozitif enerjiyi serbest bırakır, gönlünce notalara akmasına izin verirsin. Öylesine rahatsındır ki, artık yazdığın notaları yönetmek yerine onların üzerine biner berrak suları olan okyanuslarda yüzersin. İşte o zaman sanat herkes için sanat olur. Belki de tercih edenler için sanat diyerek kategoriyi daraltmalıyız ama genel söylem bu olduğu için değişikliğe gitmemeyi tercih ettim. 

Yaptığım röportajı İngilizce dilde yayınladım ancak sorulardan birisini ve aldığım güzel cevabı siz plak koleksiyoncuları ile paylaşmak isterim. 

SW: Eğer albümün kapağındaki şato gerçekte var olsaydı, orada yaşamak ister miydin? Farz et ki orada yaşıyorsun. Vaktini çoğunluğunu nasıl değerlendirmeyi tercih ederdin? 
OS: Koridorlarda ve şatoyu çevreleyen ormanda uzun yürüyüşler yapardım. Hizmetlilerden daha çok şarap servis etmelerini ister, karanlık çağlardan hüzünlü hikayeler fısıldayan duvarları dinlerdim. 

Sadece aldığım bu cevap bile müzisyenin katıksız samimiyetini ortaya koyuyor ve hiç dinlememiş olan bir müzikseveri albüme doğru büyüleyerek çekmeye başlıyor. Öyle ki bu röportaj şimdiye kadar yaptığım röportajlar arasında en çok okunan olma özelliği taşıyor. Doğrusu kendisiyle yüz yüze de sohbet etmek isterdim. Elbette albümün kapağındaki şatonun kadim kitaplarla dolu kütüphane salonundaki büyük ahşap çalışma masalarının üzerinde yanan mumların ışığında yapmak isterdim bunu. Aslında bütün bunları yaşamak mümkün olmasa da hayalini kurmak her zaman mümkün. O zaman albümü pikaba koyup soğuk bir kırmızı şarap açmanın ve gözlerimizi kapatıp eski büyücülük günlerine dönmek üzere rüyalara dalmanın zamanıdır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder