23 Aralık 2013 Pazartesi

DEHUMAN - BLACK THRONE OF ALL CREATION


Dehuman grubunun varlığını, İstanbul'da verecekleri konser öncesi öğrendim. Grup 2006 yılında Belçika'da kurulmuş. Progressive Death Metal çalan elemanların, 2013 Aralık ayı itibariyle, 2007'de yayınlanmış bir demo ve 2012 tarihli bir albümleri var. Yılların eskitemediği Amerikalı Death Metal grubu Master ile Avrupa turnesinde olan grup, 21 aralık 2013 gecesi Beyoğlu Peyote bar'da konuğumuz olacaktı ancak olaylar planlandığı gibi gelişmedi.

Kısa tanıtım sonrası gelelim zaman içinde gelişen olaylara. Konserden bir ay önce Dehuman'ın şarkılarını internetten dinledim ve fazlasıyla etkilendim. 20. yüzyıl Alman ressamı Otto Dix (1891-1969) tarafından çizilen albümün kapağı çok güzeldi. Özellikle de albümlerinin plak sürü olduğunu duyunca heyecanım ikiye katlandı. 200 adet siyah ve 100 adet kırmızı renk basılan plağı sipariş etmek için grup üyeleriyle irtibata geçtim. Bir gün sonra mesajımı solist Andrea cevapladı. Bana albümün plak sürümünden bir tane ayıracağını ve konserde teslim edeceğini söyledi. Vakitler hızla geçti. Ne yazık ki konserden hemen önce ekip Romanya'da trafik kazası geçirdi ve davulcuları dizlerinden yaralandı. Bu durumda konserin tümü değil ama Master ve Dehuman'ın programları iptal oldu. Sadece Sarinvomit ve Slavebreed sahne alacaklardı. Andrea'ye tekrar mesaj atıp geçmiş olsun dileklerimi ilettim. Konser günü bir şekilde programım değişti ve diğer grupları izlemeye de gidemedim. Onların sahneye çıktığı saatlerde evde ayağımı uzatmış oturuyordum ki Andrea'den bir mesaj daha geldiğini gördüm. Sahneye çıkmayacaklarını ancak orada olacaklarını, eğer mesajı erken görürsem konserde buluşabileceğimizi ve bana plağımı teslim edebileceğini yazmıştı. Altımda şort, üzerinde Slayer tişörtümle ekrana öylece baka kaldım bir süre. Sonra saate baktım. Giyinip Kartal'dan arabayla yola çıkışımı ve boğaz köprüsü trafiğini hayal ettim. İçim karardı. Sonra mesajın devamını okudum. Andrea salı gününe kadar İstanbul'da olacaktı. İstersen buluşabileceğimiz üç günümüz vardı. Bende cevap yazdım. Mutlaka onu görmeye gidecektim. Hatta metal fanzinim Miras için röportaj yapabileceğimizi söyledim. Çok memnun olacağını dile getirdi. Şimdi ayağımı tekrar uzatıp cumartesi akşamının tadını çıkartabilirdim.

Pazartesi öğlen saatlerinde bana verdiği karmakarışık telefon numarasından aradım Andrea'yi. 'Hello Cem' diye açtı eleman telefonu. Adam beni kaydetmiş bile. Süper! Neredesin nasıl buluşalım derken yanımda kız arkadaşım var ve o da Türk demez mi? 'O zaman ver onunla konuşayım daha kolay olur hafız.' dedim. Kız arkadaşı Melike'nin sesi çok kibar geliyordu telefonda. Belli ki doğru düzgün insanlarla muhatap olacaktım. Beyoğlu tünelin çıkışında buluşmaya karar verdik. Hatta ben aramadan önce Mısır çarşısına gitmeye hazırlanıyorlardı. Benim için programlarını değiştirdiler. Arabamı Kadıköy'e park edip vapurla geçtim Karaköy'e. Tünelden geçip karşı istasyonda indiğimde bir baktım, öylece sohbet edip bekleşiyorlar. Gittim yanlarına. Anında kaynaştık ikisiyle de. Bir yerde oturalım dediler. Güzel bir kafe bulup Türk kahvelerimizi söyledik. Sohbet koyulaştı.

Andrea ve Melike Belçika'da tanışmışlar. Melike bizler kadar metalci değil ama ortama yabancı değil. Çok neşeli ve şeker bir çift. Dedim ki Andrea'ye, 'Ben 1991 yılında ilk metal kasetimi aldım.' Ona Slayer'ın South of Heaven'ı dedim ama sonradan kendim de hatırladığım üzere aslında Rumble Militia'nın They give you the blessing kasediydi. Her neyse asıl konu şu ki, Andrea o yıl doğmuş. 'Oha!' dedim 'Tam dinazor olmuşuz.' Ben o zaman lise ikinci sınıfa gidiyordum. Kahvelerimizi içip bir sürü sohbet ettik ikisiyle de. Bana 'Hiç metalci gibi durmuyorsun.' dediler. Ben de telefonumdan eşim Pelin ile grubumuz Gargoyle döneminde çekilmiş gitarlarlı fotoğrafımızı gösterdim ve dedim ki,  'Bu fotoğraf çekildikten bir sene sonra minik kızımız doğdu. O günden sonra ben babaya, Pelin de anneye dönüşmeye başladık. Mesleğimiz olan iç mimarlık gereği de zaten ikimiz de biraz kılık kıyafetimize dikkat etmek zorundayız.' Metalci gibi görünen hallerimiz fotoğraflarda kaldı tabi. Oysa içte biz yine feci metalciyiz. 

Sonra Andrea çantasından itinayla, bana ayırdığı plağı çıkardı. Albüm kapağının hikayesini anlattı. Baskıya girdikten daha sonra, aynı resmin başka gruplar tarafından da kullanıldığını öğrenmişler. Şimdi ikinci baskısı yapılacakmış ama bu sefer kapağı farklı olacakmış. Melike bunun ilk plağı alanlara haksızlık olacağını söyledi ama aslında ben bu resmi o kadar çok sevmiştim ki, ikinci baskı olmasa da olurdu. Yine de koleksiyoncu olduğumdan onu da almak istediğimi dile getirdim. Ayrıca ilk baskı her zaman daha değerlidir. Benim kopyam bizzat bana Andrea tarafından teslim edildiğinden dolayı on kat daha değerlidir. 



Beraber fotoğraflar çekildik. Bana onca yolu sadece onlarla buluşmak için geldiğimden dolayı teşekkür ettiler ama o şeref aslında bana aitti. Kesinlikle çok büyük keyif aldığım bir sohbet oldu. İki heyecanlı ve pozitif enerjili insanla bir araya gelmekten fazlasıyla mutlu olmuştum. Andrea bana ikinci albümün kayıtlarını tamamladıklarını ve yakında yayınlanacağını söyledi. Albümün çok atraksyonlu bir ismi vardı ve duyunca Vaaaay dediğimi hatırlıyorum ancak aklımdan çıktı şimdi. Aynı zamanda seneye tekrar çalmak için İstanbul'a dönecekleri müjdesini de verdi. Bu sefer umarım onları izleme fırsatımız olur zira uzun süredir dinlediğim en underground ve oldschool death metal'i çalıyorlar. Miras heavy fanzin için röportaj sorularını mesajla göndermeye karar verdim. Böylelikle cevap verirken daha çok düşünüp uzun, uzun yazma fırsatı olacaktı. Ardından vedalaştık ve yollarımız ayrıldı. Onlar Mısır Çarşısı'na ben ofise doğru yola koyulduk.

Heavy Metal'i eğer bu şekilde hissediyor ve yaşıyorsanız gerçekten bir anlamı var. Mesele sadece o müziği duymak değil, kalbinde yaşamak. Yoksa internette Dehuman yazınca elli tane mp3 linki geliyor. Eeee ne anladım ben bu işten? Plak harbi çok şıkmış ama. Ahahahahahaha :P

VIDEO

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder